16 Haz 2011

söyledim mi? ah, evet!!

daha az acıyor.
daha az acıyacak.
az acıyacak.
acımayacak
-hep öyle olur-
.
.
Bir daha karşılaşmamamızın payı var mı bilmiyorum. Belki vardır. Belki...
Ben elimden geleni yaptım. Doğru ya da yanlış anlamak senin elindeydi. Sen, yanlış anlamayı seçtin. Tercih senindi. Kutlarım.

6 Haz 2011

İki diyalog, bir monolog. Biraz kısık ses. Bir sağır. İki korkak!

Kadınlar kendilerine acı çektirenlere aşık olurlar. Acı çekmeyi seviyor muyuz? Gözyaşı dökmek hoşumuza mı gidiyor? Mazoşist miyiz yani? 
Bence sadece aptalız! 

Seni neden sevdiğimi hiç sorgulamadım. Sorguladığımda kendi aptallığımla yüzleşmekten korkmuş olabilirim
Seni neden sevdiğimi sorgulasam belki de kurtulmam daha kolay olacak. 
Neden sevmemem gerektiğini anlayacağım belki de.
Bazen, seviyor muyum ki dediğim oluyor, arada.
Hissetmiyorum bi şey diyorum.
Rahatlıyorum.
Diyaloglarımızı düşünüyorum, sıradan geliyor. Herkes gibi geliyor...
Demek ki bitmiş diyorum.
Oh.

.
Sonra...
Sonra, bi haber geliyor sana dair bi yerlerden çoğunlukla duymak istemediğim türden.Nefesim kesiliyor, avuçlarımın içi terlemeye, kalbim hızlanmaya, dudağım bükülmeye, gözlerim buğulanmaya başlıyor. İçime bir şey oturuyor işte o an. Kulaklarımı kapamak hatta kesmek istiyorum. Duymak istiyorum bi yandan da. İronimle boğuşuyorum.

Sonra,yarım anılar oturuyor karşıma pis pis sırıtarak! Genelde tek başımayken geliyorlar, kovmaya gücüm olmadığından başka ses çağırıyorum vakit kaybetmeden. Başka konular konuşuyoruz başka seslerle, anılarda o anlık gidiyorlar.

Sonra, alakasız bi yerde adın geçiyor. Kişi sen olmasan da isim benzerliği hükmediyor beynime.
Geçiştirmeye, umursamaz davranmaya çalışıyorum.
Dış görünüşümde değişiklik yok ama monologlarım patlıyor içimde!

İronilerim, kovmaya çalıştığım anılarla bir oluyor umursamaz davranmaya çalışmalarım işe yaramıyor ama yine de umursamaz davranıyorum. Gözlerimin dolmasıyla, ellerimin terlemesi aynı anda oluyor. 
Boğuluyorum!

O an neden sevdiğimle ilgilenmiyorum. Neden anlamsızlaşıyor. Kurtulmamın sadece kaçmakla mümkün olacağını düşünüp kaçıyorum. Düşüncelerimden, senden! 
Kaçarken ağırlaşıyor suskunluklarım, çığlık atmak istiyorum yüzüne doğru.
Sesim kısık.
Sen de sağırsın zaten!
.
.
.

Hoşçakal, hoşça kal.

Hoşçakal ne demek diye düşünüyorum iki gündür.

İçinde hem hoş kelimesini barındırıp hem kalmak fiilini çekimliyor.  Kuru bir ayrılık kalıbından çok daha iyi yerleri hak ediyor bence. Kullanımı özel olmalı. Her yere, herkese yakışmamalı. Yakışmıyor da zaten. Görüşürüz olmamalı anlamı, yerine kullanılmamalı. Her gün evden çıkarken, birinin yanından ayrılırken söylenmemeli, anlık ayrılıklara özgü olmamalı.

Vedalara yakışır hoşçakal. Büyüklerine!..
Ağır bir kelime vesselam. 
Alışkanlıkla benimsediğimizden istemsiz çıkar çoğu zaman ağızdan.
Hoşça kal...
Hoşluk kalanın bileceği iş. Ve kalanlar hoş kalır mı, bilinmez. 
Söyleyen de temenni eder zaten hoşçakal diyerek, ''umut ediyorum mutlu olursun''...
Bazen de döndüğünde kişi, kişiyi aynı bulma umuduyla söylenir... 
Belki. 
''Hoşça kal ki, bir dahakine yine hoş bulayım seni.''
Umut sadece. 


Ne taraftan bakarsan bak gidişi simgeler, yalnızlığı vurgular.

Ve hiç bir hoşçakal dönüş ifade etmez duyan için. 
Sadece gidiştir, dönüşlere yer yoktur. Dönüşlerde değişim olur kimse aynı yerinde kalmaz!
Hoşça kal koca bir veda kalıbıdır. 
En afilisinden hem de!

3 Haz 2011

Ne yapıyorum ben!

Sıkıntıdan ölünürse, öleyim ben o zaman!
Yapmadığım yarım işler, konuşamadığım kelimeler, insanlar var. Gideceğim bir yurt dışı...
İçimde büyüyen sessizliğim patlama noktasında.
Ya hiç ses etmeden çekip gideceğim, her şey kendiliğinden bitmiş olacak. İçimde kalanla boğuşacağım arda kalan zamanda. Ya da içimi kusup gideceğim, her şey kendiliğinden bitmiş olacak. İçimde hiçbir şey kalmamasıyla boğuşacağım arda kalan zamanda.
Eğer patlamaya hazırsam her an her şey yapabilirim.
Sıkıldım.
Benim sustuğum şeyleri başkalarının sesli söylemesinden, içime yara olan şeylerin başkalarının umursamamasından.

Yoruldum.
Her şey normalmiş, geçmiş gibi yapmaktan. Hep içimde olmasından.

Bıktım.
Herkesin belli noktadan sonra beni terk etmesinden ama benim henüz kimseyi terk etmemiş/edememiş olmamdan, en dediklerimin son olmasından, herkesin kötü döneminde beni bulmasından, benim hiç kötü dönemim olmamış gibi davranmalarından ya da umursamaz tavırlarından, iyi kız tabirinden, yorulmaktan ve sıkılmaktan... Kendimden...

Ve korkuyorum.
Gittiğin ve artık olmayacağın düşüncesinden, zaten hiç yoktu ki gerçekliğinden, neden diye sorup yanıt almaktan.

Ve hep yarım sevgilerin payıma düşmesinden...

1 Haz 2011

Bitişlerime

Bitti...
Beş harf.Bir b, iki i, iki de t...
İki hece.
Bundan ibaret terkediş.
Ağızdan çıkışı kolay,
Yorulmuyor insan söylerken.
İlk hecede dudaklar birleşiyor sonra hafifçe ayrılıp dişler birleşiyor.
Biraz öpücük,biraz kavga
Sonra dişlerde ayrılıyor ve ikinci hece de ağızdan çıkıveriyor.
Biraz ayrılık.

Söylerken ağızda bıraktığı tat değişik
Soğuk,acı,mayhoş ya da tatlı...
Yarattığı etki bir o kadar farklı
Bazen bir fırtına, bazen sadece rüzgar.

_Sonra her bitişin ardındaki başlangıçlar,her başlangıç sonrası bitişler,döngü...Her bitiş yeni bir başlangıç'mış,öyle dediler.Ben onların yalancısıyım..._

M.
28 haziran2010
 *hatırlandığında etki yaratmayan kişiye.


Pardon?

Biz hiç tanışmadık aslında seninle. Hiç birlikte yemek yemedik, yürüyüşe çıkmadık. Bir kahvenin kırk yıl hatırı var dediler hiç o kırk yıllık hatırı tadamadık. Gözümüzden yaş gelinceye kadar gülmedik hiç. Hüzünlerimizi paylaşmadık, korkularımızdan çekindik, ulaşamadık,ulaşmaya çalışmadık...Kısaydı muhabbetlerimiz. Hangi rengi sevdiğimi biliyor musun? Ya da insanların solundan yürüyemediğimi? Tıpkı benim bilmediğim gibi.. Yüzünde kaç leke var, kaç yara izi bilmiyorum... Tanışmadık aslında seninle, bizim tanışmamız çok ayak üstüydü. Birbirini tanımayan ama ortak arkadaşları vesilesiyle merhabalaşan iki insanınki kadardı. Hiç ilerleyemedi hep o an da kaldı! 


 M.
onaltımart.ikibinonbir
_eskiyen yeniye. ben hep senin sağından yürüdüm, ama sen hiç farketmedin.

Yarım bir iç sesim var..Duymaktan korktuğum.

Daha çok kitap okuyorum şu sıralar. Hepsi yarım.  Aynı anda iki kitap var mesela okuduğum, hiç bitirmek için çabalamadığım. Daha çok film izler oldum, etkisinde kolay kalabildiklerimi seçiyorum özenle.  Daha çok dışarıya çıkar oldum. Kafam hep meşgul.  Kendimi dinleyecek vaktim olmasın, öyle de kalsın istiyorum. Kafam aslında benim bile değil artık ya neyse. Çok düşünmemeye çalışıyorum. Herhangi bir şeyi değil. Hiçbir şeyi! Eve olabildiğince geç girmeye çaba gösteriyorum. Erken girdiğim vakit ise bi bahane bulup dışarı çıkıyorum, ya da arkadaş çağırıyorum. Yüzlerin önemi yok. Tek kaldığımda da kendi kendime konuşuyorum ama sesli. İç sesimi bastırmak için sadece. İç sesimden korkuyorum. ‘’Neden’’ sorusu kusuyor içim. Dışım boşver deyip siliyor elinin tersiyle. Nefesimi tutuyorum çokça. Ofluyormuşum, öyle diyorlar. Nefesimi veriyorum aslında o sıra. Bilinçsizce. Tekken boğuluyorum iç sesimde.  Ev daralıyor, sokak daralıyor, daralıyorum. Kafamın yerine gelmesi için çabalamıyorum. Sadece kaçıyorum. İç sesimden…  İç sesim huzursuz ediyor beni. Baş başa kaldığımda söyleyecekleri hiç hoşuma gitmeyecek. Daha ne kadar kaçabilirim bilmiyorum. Belki de sonsuza kadar. Oturup konuşmadık hiç biz. İç sesim konuştu hep.  Sen hiç duymadın. Hiç dinlemedim ama ben de, kulaklarımı tıkadım hep. Kulaklarım patlayacak yakında çığlık atmaya başladı. Umurumda değil. Sağır olmayı yeğlerim. Hem duymadığımdan emin olursa konuşmaz belki.  

Yarım kitaplarım, etkisinde kalınan filmler, meşgul görünen yarım hayat, yarım arkadaşlıklarım, yarım yaşanmışlıklar var elimde. Sayende… Tamamlamaya çalışmıyorum. Umurumda değil. Dağınık kalması toplu olup dağılmasından iyidir. Toplamaya çalıştıkça dağıldığını görmek acıtıyor. Öylece bıraktım. Nefret etmeye çabaladım sadece. Beceremedim. Dağınık bıraktım.  Ama ben dağınıklıktan nefret ederim!

M.

Duygu nedir ki?

Sınav çalışıyoruz... Bozuk psikolojilerimizle çalışılan bir psikoloji sınavı.
Duygulardan falan bahsediyor. Biz anlamayız ki! Bilen biri gönüllü çalıştırıyor hepimizi. Aslında onunda çaktığı yok duygu falan da işte...
Duygu iki nokta üst üste, bireyin herhangi bir şey hakkındaki hissettikleridir nokta. Beğenme, hoşlanma, aşk, öfke sonra da nefret.
Sıralaması aynen böyle. Krolonojik yani.
Yanına yıldız koyduğum not var yanında, görmezden gelinse de, bastırılsa da yok edilemez ünlem.
İnkar edilip, küçümseme yerine ''duygu'' kabul edilmeli nokta.
Ders bitti.

Duygu konusunu anladığımıza göre, savunma mekanizmalarına geçebiliriz...
İnkar etme, bastırma...






Film gibi...

     Aşk Tesadüfleri Sever koyduk kafamız dağılsın, iki sınav arası stres atalım diyerek. Film başladı, akıp gitmekte daha ilk hüzünlü sahnede baktım bizim kız ağlamaklı. Bende damla değil buğulanma bile yok. Filmin son sahnesini bilmemde bu durumun payı olabilir mi diye kendimi sorguladım, yok. Ben ki bir filmi iki kez izleyip bir daha ağlayanlardanım ama bu neyin nesi! Daha hüzünlü sahnelere geldik, bi iki damla akar gibi oldu sildim elimin tersiyle. Yanımda hafiften hıçkırık sesi artmakta, biraz burun çekmesi mevcut. Ben de sadece bi iki damla. Kendime kızmaya başladım ki tam, filmin son sahnesi. Göz ucuyla bizimkine bakıyorum ağlamaktan helak olmuş. Ben de damlalar fazlalaştı, ancak o kadar!
Film bitti!
Derin sessizlik hakim. Işıkları açmıyoruz.
'Duygularım yok'.
Hıçkırık sesi. Filme dair yorumlar...
'Ağlayamadım'.
Sessizlik.

Sonra...
Ağlayamadığıma ağladım!
Ağlayabileceğimin son noktasını da devirmişim sanırım. Her şey normal gelmekte artık. Aşk tesadüfleri sever belki ama biri mutlaka daha çok sever! İki kişi aynı anda aynı derece de severse o başka şey olur. Masal gibi... Masallar da hep mutlu sonla biter ve gerçek olamayacak kadar güzellerdir.

Gerçeklik kavramım çok hızlı çalışıyor şu sıralar. Kabullenme mekanizmam olağanüstü. Duygularım sıfır!